Fatma: Oynatmak, Kalabalık Yalnızlıklar. Neden iki isim?
“Aslında ben romana başladığımda
ismi 'Kalabalık Yalnızlıklar'dı. Ana kahraman Aziz,
kalabalıklarda gittikçe yalnızlaştığı bir dünyada doğruyu
arıyor. Aziz'in 'Geçmiş-Bugün-Gelecek üçgeni'nde kalabalık
yalnızlıklarda ergenleşme serüveni.
Romanlaştırma aşamasında kurgu
başta bazı nedenlerden 'Oynatmak' ismi de öne çıktı. Özellikle
romanın iki romana dönüşeceği Sanatoryum ve hapishane
bölümlerinde 'ben'le yazmaktan kaynaklanan sıkıntılardan
'Oynatmak' öne çıktı. Yayınevinin iki isim politikası varmış.
'Kalabalık Yalnızlıklar'ı onlar da önerince çok sevindim.
Kalabalık Yalnızlar hoş ve anlamlı isim.”
Kitabı yazma süreciyle ilgili ne söylemek istersin?
“Kitabı yazmaya 1999'da başladım.
Roman olarak tek kitap yazma isteğiyle yola çıktım. Roman
yazmanın zor bir iş olacağını biliyordum. Öte yandan bir roman
yazabilecek donanımda olduğumu düşünüyordum. Klasik roman
olmayacaktı. Politik bir roman olacaktı.
Dille oynama... üslup/suzluk. Kara
roman.
Çıtamı, kurgu başta çok yüksek
tuttum.
78 kuşağı, TC'nin tarihine
baktığımızda bence en önemli kuşak. Politikleşmenin ergenler
arasında çoğalması ve mücadelenin tavan yaptığı o dönemin
önderlerinden 78 kuşağı, neler yaşamış?
Arka planda da abileri, 68 kuşağı
var.
Bana göre TC'nin en piç kuşağı. Ne
yollarında yürüdükleri 68'li abileri gibi destancı bir durumları
var ne önderlik durumları. 12 Eylül, maalesef başta onlar,
herkesin üzerinden silindir gibi geçti.
Ayşe, Fatma, Ali...
Aziz öncelikle onları temsil ediyor.
O dönemin figüranları görünen 78
kuşağından Aydınlıkçı Aziz Yalancı'nın ana oyuncu olduğu
bir roman.
İdeojik savaşımızın ana önderleri
Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao en
gerilerdeki kutsal kahramanları.
Mahir, Hüseyin, Ulaş.... Kurtuluşa
kadar Savaş!...
İbrahim Kaypakkaya ve yüzlercesi,
hatta binlercesi...
Devrim şehitleri?...
Yaşayan önderler; Doğu (Kurdavaran)
Perinçek, Gün Zileli, Dadaş (yanlış) ve diğerleri.
12 Eylül öncesi politik olarak
yaşanılanlar ciddi bir şekilde sorgulanmalı. Bana göre birçok
sol örgüt bunu yapamadı. Hepsi öncelikle kendinden başlayıp,
sonra diğerlerini sorgulamalı.
Ben neredeyse tüm sol örgütlerin
nefret ettiği bir örgütü merkeze alan bir romanın, ilerideki
politik tartışmalara da faydalı olacağını düşünüyorum. Bir
de gerçekten her türlü tuhaflıkları barındıran bir hareket.
Yani şimdi bile malzeme olan bir hareketin geçmişine kara bir
bakış.
Aydınlık, aynı zamanda TC tarihinin
en eski sol haraketi. Aydınlıkçı olmam, bundan dolayı
şansımaymış.
TC'ye Maoculuğu getiren, izlediği
politika hep tartışılan bu hareket, romancıya iyi malzeme verir.
O dönemi iyi biliyordum, yaşamıştım. Ama yine de yazma
aşamasında Beyazıt'ta kütüphanede tüm Aydınlık gazetelerini
ve bazı dergileri (Halkın Sülalesi'ninkiler başta) taradım.”
Kitabın çözümlenmesine baştan gitmek istiyorum.
Kapak
hoşuma gitti. Renkler güzel. Kara, beyaz... Kolları arkada genç
adam, sloganlar arasında kayboluyor.
İlk
sayfa O...
Romandaki
tek şekilli sayfa.
Kapaktan
sonra, ikinci görsel. Üçgeni çevreleyen bir daire. Birden dokuza
numaralar. Aynı anlama gelen isim: Aziz...
Sonraki
sayfada okura kurguyla ilgili bilgi veriliyor. Oyun mu?...
Yazar,
okuru da oynatmak istiyor gibi bir havası var.
Yürü,
çık, dinlen, in... İlerleyen sayfalarda da kendini gösteren
mistik bir hava da var romanda. Buralardan başlasak?
“ Kapak benim de hoşuma gitti.
Bahsettiğin o ilk sayfalar, romanın kurgusuyla ilgili bilgi
veriyor. Üçgen de, öncelikle 3 kahraman ve/ya aynı kahramanın üç
ayrı dönemi olarak da görünebilir.
3, romanda 9'dan sonra ikinci önemli
rakam.
Sonraki sayfada 'Büyük Ana Reçetesi'
gibi kurguyla ilgili ipuçları, romanın bazı bölümlerinde devam
ediyor.
Kurgu: oyun mu?
Post-modernizm ilede ilgili olduğunu
düşündüğüm bu konuya sonradan döneceğim.
O, yani Aziz, ben ile yazılacaktı ve
benim hayatımla başlayacaktı.
Dairesel bir kurgu?
İç içe geçmiş dairelerden oluşan
oval bir roman yazmak istiyordum. Hedefim, romanı bitiren okurun,
en azından bazı bölümleri yeniden okumasıydı. Baştan okuyacak
okur, ilk tercihim. Onu belirteyim de.
Kurgu ana hatlarıyla belli. Numaralar
çok anlamlı. Kimi yerde okuru alıp yukarılara götürürken, kimi
yerlerde de indirmeli... Yaptığımı söyleyen okurlar var.
Okuyucu, romanda ilerledikçe bazı
zorluklarla karşılaşıyor, özellikle de o dönemi yaşamamış
olanlar. O dönemi yaşayanlarla da bir oyunum var.
Başta Aydınlık, bazı sol örgütleri
yansıtırken nerleri oynattım, solcu ifadeyle saptırdım?
İyi mi yaptım?
Ben de 'ka' hastalığına tutuldum.
Kara Fatma, tren, yolları...,
Romanı biraz 'kutsal kitap' gibi
bulan okurlarım da oldu. Bu da beni sevindirdi. Sanırım
romandaki ideolojik kutsal savaşının son noktasıyla bitiyor
roman, Anam... Anarşizm, saf hayat ve anam...”
Post-modernizm... Ahmet Cevizci'nin Felsefe Sözlüğünde şunlar
yazıyor.
Post-modernizm,
vurguyu içerikten biçim ya da üsluba kaydırır. Çelişki ve
karışıklıktan hoşlanır. Bir ironi duygusuyla birlikte ben
bilincinin yoğunlaşmasını temsil eder.
Çok
uzatmak istemiyorum.
Kahramanın
ismi, Aziz Yalancı, anlamlı.
Kurgu?...
Dokuzu
merkeze alan farklı bir kurgu...
Birçok
üslup denemesi dikkat çekiyor. Yazıya biçim verme göze çarpıyor.
Yazı karakterleri, boyutları ve bölümlemeler değişik.
İpuçlarında
dediği gibi, kendi içinde en azından ikiye ayrılabilecek bir
roman. Dili de zorladığın yerler var. Numeroloji mi yoksa sadece
bölümleme mi?...
“Yazmaya başladığımda, başta
kurgu, ana kahramanın ismi gibi nedenlerden post-modernizmden
kaçamayacağımı biliyordum. Sonra post-modernist görünmek, beni
niye rahatsız etsin ki?! Hatta, ben post-modern romanı önemsiyorum.
Ben romanı kurgularken kendi içinde
ikiye bölünen ve içinde bir senaryo barındıran bir kitap
tasarladım. Dokuz rakamı, kurgusal anlamda -da- önem kazanıyor.
Ben -ve- Aziz Yalancı...
Yazar Hayri Erdoğdu, hikayedeki
Hayri'yi Aziz Yalancı'ya nasıl dönüştürüyor?
'Ben' ile yazınca, özyaşam öyküsü
öne çıkıyor.. Okuyucu, otobiyografik romandan daha fazla hoşlanır
diye düşünüyorum. En azından doğruluğuna inanır. Nitekim
romanda bazı önemli tarihler var. Aziz'in yaşadığı dünyada
neler yaşanıyor, kısmen biliyoruz. Yazar olarak, okuyucuyu
arkamdan getirtmek istiyorum. Bana inanmalı. Sonra onu yavaş yavaş
kuşkuya sevk etmeliyim. Aziz yalan söylüyor mu, söylemiyor mu?
Yalancı... tuhaf, hatta itici bir soyadı. Aziz gerçekten aziz
mi? Bence bir azizlik durumu var... İlerledikçe okuyucunun
kitapla boğuşması başlıyor. Otobiyografik romana dönsek....
Aziz, ne kadar sen?
“Roman yazarı iyi bir yalancı
olmalı diye düşünerek giriştim işe. Hayri Erdoğdu'nun Aziz
Yalancı'ya dönüşmesinde ilk yalanım, aileyle ilgiliydi. Büyük
ağabeyimi de romana alsaydım, bu işin içinden çıkamazdım.
Benim için önemli olan soru şuydu: 'nasıl bir aile' çizmeliyim?
Geleneksel tarafı ağır bassa da,
modernleşen zengin bir aile.
Rizeli.
Rize, boyutlarına göre çok zengin
bir kent. Endemik bitki, coğrafi zenginlik, farklı etnik yapılar,
politik liderler bakımından TC'nin en önemli kentlerinden biri.
Rizeli olmak, beni rahatsız etmiyordu,
belki o yüzden de daha önemli bir kent olmasına karşın Trabzon
olamazdı, ama romanda önemli olan kentlerden biri.
Balat. Balat yerine Kasımpaşa'yı çok
düşündüm. Ama, Balatlı olmakla gurur duyuyorum. Balat, aynı
zamanda dünyanın birçok bakımdan en zengin semtlerinden biri.
Lüksemburg'dan İtalya'ya, Yunanistan'a birçok Balatlıya rastladım
hayatımda.
Balat, Aziz'in ete kemiğe büründüğü,
daha doğrusu 13 yıl yaşadığı bir yer.
İkinci bölümde Bakırköy var.
Modernizmin en çabuk girdiği, en önemli ve en kalabalık ilçesi,
Bakırköy. Bugün içinden Bahçelievler, Küçükçekmece, Bağcılar
gibi belediyeler çıktı.
Kadıköy gibi solcu. Aziz, gözlemci.
Eve giren para ve bozulmayı fark
ediyor.
Kapitalizm eşittir hırsızlık ve
aile.
Aile içi hırsızlık, mutlaka çok
yapanımız, denemek isteyenimiz vardır. Okurun ilgisini çekecek
hikayeler olmalıydı bunlar. Onları alıp götürmeli, bir şeyler
anımsatmalı onlara. Sırf 'denizde kum kimde para' deyiminden
dolayı babamın işinde de yalan söylemedim.
Ana yanlışlar şunlar:
Evi iyi bir paraya aldığımız halde
sadece 15-16 Haziran Rum yağmasına gönderme olsun diye yanlış
yazdım.
Oradaki ablam Gül de, klasik kentli
güzel kızı simgelemeliydi, doğru, yanlış...
Başörtüsü, modernizm ve kentli olma
sıkıntısı...
Yalancı ailesi, bir şekilde dindeki
ortalama aileyi temsil etmeliydi.
Aziz dinsizse, büyük abla Azize'yi
fanatik Müslüman yapmam gerekiyordu...”
Sayfa 9, birinci defterde Bachelard'dan bir alıntı var. Anı
üzerine. Sonra parantez içinde üç satırlık bir diyalog. 'Kızıl
Fırın'ı hazırlıyorum', 'odunları iyi seçtin mi?' gibi
tümceler... Karakterlerin isimleri. Bunlar, senin için ne anlam
içeriyor?
“Alıntı, bir yazar olarak tuttuğum
yolu gösteriyor. Ev ödevim. Anılarım, sadece o günde
kalmamalıydı. Bir roman yazarı olarak anılarımı istediğim gibi
kullanabilirdim. Havva, Aziz, İshak, İzzet, Musa, Meryem...
Karakterlerin isimleri Yahudiliği, dolayısıyla Hristiyanlığı da
simgeliyor. Odunlar da, kahramanlar...Onları romana nasıl
yerleştirdim?”
Dinle ilgili değişik sayfalar var. Ben sayfa 76'daki 'Ezan'
bölümünü sevdim. Ez ve an. Ezildiğin an! Gazete haberleri. Ahmet
Bosnalı. TİKKO'cu. Öldürülmüş, ama tarih yok. Birçok sayfada
tarihe referans veren roman, burada tarih yazmamış. Kişisel
merakım, bu doğru bir hikaye mi?
“Hikayenin doğru olup olmadığını
bana soran okurlarım oldu. Açıkçası epeyce önemsediğim bir
bölüm. Genelde doğru. İsmi doğru da, soyadı öyle değil. Ahmet
Bosnalıydı, annesi Trabzonlu değildi. Vurulduğu yer otel. Ahmet,
ileride isimlerini göreceğimiz okuldaki farklı fraksiyonlardan
birçok kişiyi cenazesinde bir araya getiriyor.
Bu hikaye için uydurduğum bir yer.
Romanım, biraz da ölüler kitabı gibi oldu. Romanda ölümlerle
ilgili çok bilgi var diyeyim, ama bölüm olarak çok yok. Ahmet
ilk. İleride Ercan var, TİKKO konusunda emin değilim. TİKKO
ismini biraz öne çıkartmak, hem kurgu hem de hikaye için
önemliydi. Ahmet, Aziz'in politik bilinçlenmesi sürecinde önemli
bir bitiş sayfası da. Şiir gibi tasarlanmış bir afiş sayfası
ve 0, 1, 2 ve 3 diye giden 9'larla birinci bölüm bitiyor.”
Tekrar dine dönersek, 57'ince sayfada Allah'ı sorgularken iyice
uçuyorsun. Özellikle son bölüm. Sonraki sayfaya gelip başlığı
okuduğumda güldüğümü hatırlıyorum.
Madem
aileye geldik? Annen, baban ne kadar gerçek?
“Babam, kitaptaki gibi mi?
Bu soruyu bana çok kişi sordu. Ailemi
tanıyan birçok kişi de, aileme haksızlık ettiğimi söyledi.
Sanırım babamı olduğundan daha katı gösterdim. Babam hiçbir
zaman Alevi düşmanı olmadı. Ama, özellikle dine yakın olan
Sünnilerde bir Alevi düşmanlığı vardı, hala var olduğunu
düşünüyorum. Kitabın sonlarına doğru, Ercan Kitabevi
sürecindeki babam doğruyu yansıtıyor. Babam, komünistleri
tanıdıkça, çoğunun iyi gençler olduğunu anlıyor.
Annem nerdeyse tümüyle doğru ama
eksik.
Abim İzzet? Romanda aşkla bağlantılı
bir kahraman olmalıydı. Sonuçta Aziz, biraz pop kaçan
hikayelerden önce dinsizleşecek sonra da komünistleşecekti.
Dine gelince...
Bence bu ülkenin de en büyük sorunu
din...
Ortadoğu coğrafyasında İslam...
Burada bırakalım.”
Sayfa 92. İlk bölüm “Kara Tren” ile bitiyor: Karanlığa
Yolculuk. Ahret. Zeus'a gönderme ve davet. Burada da ilk bölümde
gördüğümüz gibi, okura bir davet var. Kara Tepe'ye varış ve
Sayı 2/2005. Sayı bir gönderme mi?
“Evet, Özgür Hayat'taki son
yazılarıma bir gönderme. Kasımpaşalı Falcı Bacıyla söyleşisi.
Özgür Hayat 1 ve 2'de Feride Sevgi Aykıran ismiyle çıktı.
2002'de çıkan bu yazılarda, TC, Ortadoğu ve İslam coğrafyasının
geleceği ele alınıyor.
Tekrar din.”
Sayfa 93, romanın ikinci ana bölümü. Wilhelm Reich'dan güzel
bir alıntı.
İkinci,
(parantez içinde) kinci dönüşümler. Anarşizm, Goşizm, Maoizm?
Bunların bir anlamı var mı?
“Aziz Yalancı'nın izleyeceği yol
anlamında önemi var. Aziz önce Maocu, sanatoryumda Goşist,
hapishanede Anarşizme yakın...”
Kara mizah var. Moskovalı, kara donlu... Aydınlık hareketine
gönderme yaptığın yerlerde de ironi var. Sayfa 129, 0/9'daki
Mao, karısı... Buralarda tutturduğun dilden dolayı mı Anarşist?
Romanını Anarşist bir roman olarak değerlendirebilir misin?
Liberal olabilir mi? Kitabın rengi ne, kara mı?
“Kitabın ana rengi kara, ama
gittikçe beyazlaşan bir Aziz var.
Anarşist mi? Liberal mi? Romandaki sol
örgütlerin bugünkü devamı oluşumlara göre liberal veya
Anarşist, fark etmiyor. Solcuların çoğuna göre Anarşist
naiftir; son tahlilde burjuvaziye hizmet eden bir liberaldir. Ben sol
jargona göre konuşursak, Anarşizmden besleniyorum. Anarşizm, her
şeyden önce bir yaşam biçimidir. Özellikle romanı yazdığım
zaman Anarşizmi bir şekilde yaşadım. Efendisizler, kısa sürse
de Özgür Hayat için çalışmalarım oldu. Anarşistleri hala
önemsiyorum, ama kendimi Anarşist olarak görmüyorum. Sanırım
kendimle ilgili yapacağım şimdiki en doğru tanım
'Anarko-liberal' olabilir.”
İkinci bölüm sloganlarla başlıyor. (S. 94)
Batsın
bu dünya! Devlet devlet yıkılacak elbet
ve
de afiş sayfası.
Radikal
Cephe.
Değişik
bir bildiri. Bugünden bindirme çok belirgin.
Sayfa
122'deki kitap isimleri gibi...
Romanda
radikal örgütlerle ilgili verdiğin bilgiler ne kadar doğru?
“Örgütlerin ideolojisine pek
girmemeye çalıştım. Onları konumlandırırken Aydınlıkçı
gözüyle de bakıyordum.
MLSPB'yi abarttım. Hatta bu, o
örgütten uzun yıllar içeride yatmış biri tarafından da dile
getirildi. Devrimci Kurtuluş ismiyle legal çalışan grubu
abartmamda örgütün ismi etkili oldu. Marksist Leninist Silahlı
Propaganda Birliği... Silahlı, propaganda ve birlik, güçlü
anlamlar çağrıştırıyor. TİKKO'ya da sempatik yaklaştım
diyebilirim...”
Sayfa 129-141; ikinci romana giriş veya giriş öncesi, özellikle
genç okuyucuyu zorlayan bölüm.
Örneğin
'Anarşistlerin katil gördüğü Troçki... o günün söylemi
değil.
Stalin...
Ciddi
bir saptırma var! SSCB denilen hantal yapı, hantal yapı...
Bu
da o zamanların dili değil.
Bunlarla
ilgili öncelikle söylemek istediğin ne?
“Sayfa 129'dan 142'ye atlanırsa daha
otobiyografik bir okuma olur.
Ama bu bölüm, hem hikaye uygun hem de
kurgusal anlamda önemli.
Bu bölümü, birçok bakımdan çok
önemsediğimden ona anahtar bölüm diyorum; romanın bütünündeki
dil, üslup, kara ideoloji... Hepsi bir arada.
O/9.
Dikkat ile başlıyor ve birçok örgüt
ismi var. Ondan dolayı okuru zorlayabilir. Bilmiyorsan ve senin için
önemliyse, kendin inceleyebilirsin.
Ben burada Marksizm-Leninizm'i,
Anarko-komünist bir bakış açısıyla ele almaya çalıştım.
SSSB, Çin, birazcık da Arnavutluk,
Küba ve diğer ülkeler.
TC nasıl bir devlet? Solcular ne
durumda?
Dün, bugün...
Sayfa 136'da Gün (Zileli'nin) adı
özellikle var. Hem Perinçek'le akraba önderlerden biri hem
şimdilerde Anarşist olduğunu söylüyor. Bildiğim kadarıyla 68
kuşağının önderlerinden ilk Anarşist o. Doktor Tayfun. Onu
biliyordum. Efendisizler için en çok emek veren başlarda bir oydu
bir de Erkan. Ama o Aydınlıkçı değildi.
Niye Aydınlık'tan çok Anarşist
çıkıyor?
Bu soruyu bana 2000'de SED'den genç
Anarşist arkadaşlar da sordu.”
İlginç bir soru. Soruya belki döneriz, ama biz kitabı
konuşalım.
Mahir
Hüseyin Ulaş...
Bu
sloganla birçok yerde karşılaşıyoruz. Kapakta da bir yığın
slogan. Kitabın sloganı bu mu?
“Kurtuluşa kadar savaş... Ana
slogan bu, yolu da onlardan, yani devrimci azizlerden geçiyor.
Savaşı, kendinle mücadele olarak da ele alabilirsin, Aziz'in
sanatoryumda ve ceza evinde yaşadığı gibi.
Bir de 'Katil Oligarşi' var, birkaç
yerde dikkat çekiyor.”
Biz bu bölümden devam edelim. Dikkat içinde çözümleme var.
Demagojik, karışık sıralı gibi, PDA'cı (devrimci) dikkat.
Seminer.
2 Durak, 7 Durum. 3 Duygu. Sıralama karışıyor. Bir anlamı var
mı? Okuyucu numarayı mı takip etsin, kitabı mı?
“Bana göre bir anlamı yok. Kitabı
takip etse, daha iyi olur. O bölümle ilgili bilerek yaptığım bir
yanlıştan bahsetmek isterim. Mao'nun karısının da içinde
bulunduğu çete üçlü değil, dörtlü çeteydi. Romandaki
hikayeye daha uyumlu olsun diye onları üçlü çete yaptım.”
3 Duygu'da Mao'nun karısı, beni güldürdü. Sevimli bir alay
var. Mao'nun karısını iyi kullanmışsın, mahkeme olayı. Mao'nun
koynuna çıtırlar... Yapış... tır... Hatta maço bir bakış
açısı bile var, bence, de karıştırmayalım. Mao'ya nasıl
yaklaştığını düşünüyorsun?
“Romanımdaki kadınları çok
düşündüm. Bu yaşanılanlarda kadın ne kadar var? Geçmişe
döndüğümüzde, yaşanılan pratikte önder kadrolar arasında çok
az kadın var. Bence onlar da bizim gibi, yani 78 kuşağı gibi,
kalabalık olduğumuz halde ana kahramanlar başkaları. Aslında ana
kahraman, bir ideoloji. Komünizm. Hikaye komünizm etrafında
örülüyor. Mao, Marks ve Lenin gibi isimlere nazaran hikayede
birçok bakımdan daha önemli. Aziz'in hareketi sorguladığı
bölümlerdeki en önemli referansı Mao. Mao, Lenin'i, hatta
Stalin'i de temsil ediyor. Marks ve Engels neredeyse sadece isim,
teorisyenler. Lenin, Mao, Enver Hoca, Castro ve diğerleri teoriyi
uygulayanlar.
Düşünelim istiyorum.
Özellikle hala komünist olduğunu
iddia edenler, geçmişe ve bugüne bakıp sorgulasın.
İlkel komünal toplum, feodalizm,
kapitalizm, sosyalizm, komünizm...
Soyalizmden dönüş var mı?
Maoculuk, sosyalizmden kapitalizme
dönüş teorisini savunurken Anarşistler, sosyalizmi devlet
kapitalizmi olarak niteler. Şimdi belki en katısı Kuzey Kore,
sonra Küba, en güzel örnek Çin... Şimdi yaşanmakta olan
Venezuela krizi, Şili'de yaşanmış/yaşanmakta olan... Şili'de
metro biletlerine gelen zam, bir ayaklanmaya dönüştü. Neden
acaba? Orada özgürlükçü hareketler çok güçlü. Ortadoğu,
özellikle Türkiye ne halde! Komünistler nerede, nasıllar? Gezi
olayları sonrası durumumuz ne?
Komünistler, laikliğin bile sorun
olarak göründüğü bir coğrafyada birçok bakımından
kendilerini sorgulamalı. Niye, neye göre bölünme? Geleceğin
toplumu nasıl olmalı?”
Gelelim sayfa 141'e. Kara Fatma Günleri.
Burada,
Aydınlıkçı geçmişinle ilgili bence büyük bir alay var. Üç
konuk da TİKP adlı partilerin liderleri. Parti isimleri tuhaf. En
öne çıkan lider ismi Doğu Kurdavaran.
Tümden
İmansız Karalama Partisi Başkanı.... Kimi temsil ettiği belli.
'Sen
ağla Doğu, sen...' Şarkılardan biri, 'Sen oyna Doğu sen..'
diğeri.
İntikamcı
mısın?
“İntikamcı? Güzel bir soru. Hayır
desem, yalan olur. Ama hayır da diyebilirim. Aydınlık'a karşı
mı? Evet, karşı. Ama... Aziz'in Aydınlıkçılaşma sürecinde
yaşadığı, diğer bir solcuların yaşadıklarından pek farklı
değil. Kahve, dernek, eğitim çalışması, dergi, gazete satma...
Aziz veya Ayşe, hemen hemen aynı şeyleri yaptılar. Sonra olay
farklılaşıyor. Aziz ve yoldaşları, diğer sol gruplar arasında
yalnızlaşıyor.
Bu yalnızlaşma nasıl oluşuyor?
Peki burada doğru bir tutum mu
sergiliyor/um?
Nokta atışı anti-Aydınlık
takılmaya çalıştım. Parti isimlerinde olduğu gibi. Ortalama bir
okur bile, parti isimlerini okuduğunda bunun kara mizah olduğunu
anlar. Açıkçası parti isimlerine anlam da yüklemeye çalıştım.
Örneğin, Tümden İmansız Karalama
Partisi Başkanı, Doğu Kurdavaran,
Belki Kurdavaran tam oturmamış
olabilir, ama bence 'tümden imansız karalama' oturuyor.
Hadi imansız yok, tümden karalama...
2000-2020 arası Aydınlık hareketinin geldiği yere baktığımızda...
Bana göre sol, kendini biraz da kendine en yakın olandan en uzağı”
Sayfa 108'deki Kıbrıs ile ilgili bölümle ilgili şüphelerim
var. İlk paragraftaki SSCB ile ilgili ifadeler abartılı geldi
bana. İkinci paragraf da tuhaf. Bu konuda ne söylemek isterdin?
“Aydınlık hareketi romandaki gibi
bir fikir savunuyordu. Nitekim Halkın Sesi dergisine de gönderme
yaptım. İlk paragraftaki SSCB, orta yolcular falan da bence doğru.
Abartı var mı?
Çok belirgin. Türk askerleri
Kıbrıs'tan çekilsin. İki kez var. Bugüne bir gönderme mi?
Tüm kitap öyle zaten. Dünyanın en
tuhaf örgütü Aydınlık.
Bu roman ortaya çıktığında yani
2004'te neydi, şimdi ne?
Eskiden neydiler?
Şu anki durumları, inanılır gibi
değil! Aslında solun içindeki faşizmin ortaya çıkışı da
denilebilir. Aydınlık, bunu da aşırı yaptığı için göze
batıyor olabilir. Ama Kürt meselesiyle ilgili tutumu, biraz
Marksizm yalamış bir örgüte hiç yakışmıyor. 2000'e Doğru
dergilerini PKK'ye aç, şimdi bu durumda ol... Eski yoldaşlarım
için korkunç bir travma. ”
Romanda figüranları öne çıkarıp, baş oyuncuları geri plana
ittiğini söylüyorsun. Sayfa 226'da, 3(3,3)...'de Doğu Perinçek'i
yerin dibine batırmaya çalışıyorsun. Benim hoşuma gitti. Kara
mizah yakaladım. Güldüm. Hikayeyle ilgili kafamda oturtmaya
çalışıyorum da... Bu bölüm gerçek mi?
“Tamamen kurgu.
'Soytarılar'ı Gün Zileli'nin
Aydınlık hareketini sorguladığı bir kitabını okuduktan sonra
eklemeye karar verdim. Hem hikayeyle uyumlu hem de onun davranışı
genel bir şefi yansıtıyor. Despot! Aslında, o dönemdeki en
yumuşak liderlerden biriydi bile diyebiliriz, Doğu Perinçek'e.
Aziz'in başını çektiği bir çetenin gruplaşamayacağını ve
'yıkılmaz liderlik'i de simgeliyor.
Bana göre, o zamanlar başta Halkın
Yolu grubundan militanlar, burjuvaziye giden yolda son durak olarak
Aydınlık'ı görüp birkaç yıllığına örgüte katılıyorlardı.
Aydınlık, aynı zamanda üretken bir
hareket/ti.
Çok sayıda yazar, gazeteci, liberal,
Anarşist yetiştirmiş bir gelenek.
Bence o zamanlardaki en iyi
politikaları
'Şebekesi
olan okula girer' idi. Aydınlık, dönenleri cezalandırmıyordu.
Aydınlık,
sol içi çatışmaları kışkırtmadı mı?
Aydınlık'ı
diğer sol gruplar bu konuda eleştirirken haklı mı?
Aydınlık
hareketi taraftarlarını ne kadar koruyabiliyor?
Hayri
Erdoğdu'nun Aziz'i...)))
İçinde bir de senaryo olan bir roman dedin. Neresi senaryo?
“Kitabın ikinci ana bölümünü, en
azından sanatoryumu senaryo olarak değerlendirebileceğini
düşünüyorum. Sanatoryum Direnişi.”
Sanatoryum. Güçlü bir bölüm. Roman 2004'de çıktı. Sonra
bildiğim kadarıyla başka bir roman yok. Deneme, hikaye?...
“Roman yazma konusunda, bazen gidip
geliyorum. Elimde üçlü çıkabilecek bir çalışma var, ama...
Ne için?
Romancılığı mı kanıtlamak?
O zaman daha fazla okuyucu demek.
Kurguda veya dilde taviz vereceksin.
Hadi, bunu da yaptık, hikaye nasıl? Bundan dolayı ona hiç el
atmıyorum. Deneme veya hikaye de yok. Yabancılar için Türkçe
üzerine yoğunlaştım. Türkçe 1, 2018 yılında çıktı, 2019'da
ikinci baskısını yaptı. Türkçe 2 de 2019 yılında basıldı.
Sırada en az 2 kitap daha var.”
İkinci baskıya bir yılda girdi. Başarılı diyebiliriz. Sen ne
düşünüyorsun?
“Aslında beklediğim bir zaman
diliminde oldu. Türkçe 1'de çok fazla alıştırma ve örnek var.
Sayfa düzeni iyi. Resimli sayfa çok değil ve siyah beyaz ama
kitaba hoş bir hava verdi. Kitabın metodunun da güçlü olduğunu
düşünüyorum.
Türkçe 1'i, genel hatlarıyla güçlü
bir kitap olduğunu da düşünüyorum. Sayfa düzeni klasik bir
görüntü vermesine karşın Derya Sayın'ın çizgileriyle
yumuşamış, zenginleşmiş. Kitapta çok fazla şablon var. Bu
konuda facebook'ta daha önce yazdım.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder