3 Kasım 2022 Perşembe

MEKSİKA

 MEKSİKA GEZİMDEN BAZI KARELER...


































TÜRK DİLİ ÜZERİNE

 

DİLLERİN DOĞUŞU

Duygu, düşünce ve dilekleri anlatmaya yarayan -daha çok- ses imlerinin hepsine dil nedir.

Dillerin türeyişiyle ilgili kısaca şunu diyebiliriz: insanın doğadaki sesleri taklidinden doğmuştur. İnsan, çevresindeki varlıkların seslerini taklit etmiştir. İnsanın çeşitli olaylar karşısında verdiği “ah, oh” gibi tepkiler, sonradan sözcüklere dönüşmüştür. Buna “sese öykünme” veya “ses yansıması” teorisi deniliyor. Bu konuda çeşitli kuramlar öne sürülmüştür. Yansıtma, ünlem, iş beden dili kuramı ve toplumsal denetim kuramı gibi.

Diller, tek bir kökenden mi türemiştir yoksa farklı zamanlarda ve mekânlarda ortaya çıkmış farklı dillerden mi türedi? Bu konuda tam bir fikir birliği yok.

Tanrıya ulaşmak için inşa edilen “Babil Kulesi” efsanesi buna güzel bir –dinsel-örnektir. O zamana kadar tek dil konuşan insanların kendini beğenmişliğine kızan tanrı, insanı cezalandırır ve dilleri karıştırarak insanların birbirlerini anlamasını engeller.

Dilbilimi çalışmalarında, birçok dil arasında genetik bir bağ olduğu ortaya çıktı. Dünyada ölü veya yaşayan üç binin üstünde dil var. Kimileri bu sayıyı 7000 olarak görüyor, kimleri 2000. Dil çeşitliliğinin en yoğun olduğu bölge, yerlilerin yaşadığı tropikal alanlardır. Bu halkların dünya nüfusuna oranı % 4 olmasına karşın dünya dillerinin % 60’ı bu nüfus tarafından konuşulur. Asya 2320 dille % 33,5, Afrika 2110 dille % 30, Pasifik 1250 dille % 18’dir. Papua Yeni Gine, dil çeşitliliğine en güzel örnektir. 7 milyon insanın yaşadığı ülkede konuşulan dil sayısı 830’dur. 160 milyon yaşayan Nijerya’da bu sayı 521’dir.

Analiz edilen 500’ün üstündeki dilde ses birimi çeşitliliği gösteren diller, Afrika dilleridir. En az ses birimi çeşitliliği gösteren diller de Güney Amerika ve Okyanusya (Büyük ve Hint Okyanusu arasında) dilleri (yaklaşık 450; Malayca, Endonezce gibi) olduğu tespit edilmiştir.   

Köken baz alındığında Güney yarım kürenin daha zengin olduğu ortaya çıkmıştır. Avrupa’da sadece 6 dil kökeni vardır.

Bazı dilciler, ilk sözcüklerin “göz”, “kulak” gibi organlar olduğunu söylüyor.

 

DİLLERİN SÜREÇ İÇERİSİNDEKİ DURUMU:

M.Ö. ikinci bin yılda bütün Asya ve Mısır’da ticaret ve diplomasi dili Babilceydi. Sonra Suriye’den kaynaklanan ve Mezopotamya ve Anadolu’da da anlaşılan bir Sami dili olan Aramice gelir. Büyük İskender’den dolayı Yunanca gelir. Ortaçağ boyunca Roma İmparatorluğu ortadan kalkmasına karşın Hristiyan dininden de dolayı Latince önemini korumuştur. Doğuda Arapça, sömürgelerle birlikte İspanyolca, Portekizce, Fransızca ve İngilizce dilleri, Kuzey Asya’da da Rusça, hatta geçmişteki gücünden dolayı Hindistan ve Pakistan dillerini etkileyen Farsça önemli dillerdir. (Ben birçok bakımdan Türkçeyi de önemli bir dil olarak görüyorum.)

 

DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI:

ABD’li Dilbilimci Ruhlen, dünya dillerini 13 büyük dil ailesi etrafında sınıflandırır. Danimarkalı dilbilimci Pedersen’ın (1903), “Nostratik ve Avrasyatik dil ailesi teorisi”, bazı dilbilimcilerini etkiledi.

Hint-Avrupa dil ailesini, Ural-Altay-Eskimo-(Eskimo olmayan Alaskalı) Aleut ailesi, Semitik ve Nostratik ailesi gibi büyük bir dil ailesine bağlamaya çalışmış.

ABD’li Johanna Nichols gibi bazı dilbilimciler de, “dil ailesi” terimi yerine “dil kökeni” söylemini tercih eder.


DİLİN YÖNÜ VE DİLLERİN YAPISI:

Dilin konuşma ve yazı dili gibi iki yönü vardır.

Diller, genellikle “Yapı” (morfoloji) ve “Köken” (genetik) akrabalığı gibi iki temelde sınıflandırılmıştır.

Yapı akrabalığı bakımından (morfoloji) diller üçe ayrılır.

1-Tek heceli diller: Çince, Tibetçe, Vietnamca, bazı Himayala ve Afrika dilleri, ve Endonezya dilleri (?). Bu dillerde vurgu ve tonlama çok önemli.

2- Eklemeli diller: Moğolca, Türkçe, Korece, Fince, Macarca gibi.

Bazı küçük ayrıntılarla Japonca ve bazı Afrika ve Asya dillerini de bu gruba dâhil edenler var.

3- Çekimli diller: Sami dilleri. Değişiklik sadece ünlüdedir.

Hami-Sami dil grubunda, Arapça, İbranice, Maltaca, Akkatça,  Aramca ve Libya Berber Dilleri var.


Geniş dil ailelerinde, kendi içinde alt dallar oluyor.

Hint-Avrupa dil grubunda “Hint-İran” gibi.

Hint-İran dilleri: Farsça, Sanskirtçe, Urduca, Bengalce, Nepalce, Paştu, (Hint-Aryan) Çingenece, Kürtçe, Zazaca… 

Asya kolunda Farsça dışında Ermenice, ölü diller olan Hitit, Lidya ve Likya dilleri. 

Üzerine en fazla çalışma yapılmış Hint-Avrupa dil ailesi kısaca şöyle sınıflandırılır.

Germen diller:

A-) Batı: Almanca, Felemenkçe, Flamanca, İngilizce, Yidiş, Lüksemburgca.

B-) Kuzey: İskandinav dilleri; İsveççe, Norveççe, Danca, İzlandaca.

C-) Doğu: Gotça. (4. Yüzyılda yazıldığı sanılan kopyalarının bulunduğu ölü bir dil.) 

Latinceden türemiş Roma dilleri: İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Rumence, Fransızca, Katalanca, Galiçya dili.

İslav (Slav) dilleri de doğu, batı ve güney diye ayrılır.

A-) Batı: Lehçe, Çekçe, Slovakça.

B-) Doğu: Rusça, Ukraynaca, Beyaz Rusça.

C-) Güney: Bulgarca, Sırpça, Hırvatça, Boşnakça.

D-) Baltık dilleri: Litvanyaca, Letonca, Prusça (ölü).  

Yunanca, Arnavutça, Baskça ve Kelt dilleri de bu gruptadır. Yunanca ve Baskça bağımsız olarak ele alınır.


“Ural-Altay Dil Ailesi mi, Grubu mu?”

Son zamanlarda “dil grubu” tercih ediliyor. Dil bilimciler, Ural ve Altay dil gruplarını birbirlerinden ayrı bağımsız bir dil ailesi olarak ele alıyor. İki kol arasındaki benzerlik yapı benzerliğidir.

Ural kolunda, Fin-Ugor ve Samoyet olarak iki alt kola ayrılır. Fince, Estonca, Lapça, Ugorca ve Macarca.

Altay dil ailesine giren diller de şunlardır. Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve bazılarına göre Japonca -da bu grupta olmalı-.

Aralarındaki bazı benzerlikler.

A-) Sondan ekleme.

B-) Sayı sıfatlarında birden sonra da tekil. (İki ekmek.)

C-) Ek türetir: Göz, gözde, gözlük, gözlükçü, gözlükçülük…

D-) Özne fiilden önce gelir.

E-) Çekilen fiil cümlenin sonundadır.

İşlev olarak “yapım” ve “çekim” ekleri vardır. Yapım eklerine örnek: tanı-dık, göz-de…

Ekteki ünlü, kökteki ünlüye ses bakımından uymalıdır.

Türkçeye en yakınlık gösteren diller, Moğolca ve Mançu-Tunguzcadır. (Türkçe, Moğolca ve Tanguzca dillerinde ortak kelime 350 civarındadır.)

 

TÜRK DİLİ (Tarihçe)

Türk tarihi Hunlar ile başlar. M.S. IV. ve V. yüzyılda Atlas Okyanusu’na kadar uzandıkları biliniyor. Çuvaşçanın atası Bulgarcanın Batı Hun, bugünkü Tatar dillerinin Doğu Hun kolu olduğu düşülüyor. O zamandan günümüze sadece 5-10 kelime kalmıştır. Türkçe, VI. yüzyıl başlarında devlet kuran Köktürklerin dili olarak Türk adıyla tarih alanına girmiştir. En eski örnekleri, VII. yüzyıl ortalarından başlayarak Yenisey, Orhon ve Talas bölgelerinde dikilmiş taş anıtlar ve mezar taşları üzerinde görülür. Bu dile “Köktürkçe” diyoruz. Eski Türkçe metinler, hep Türkçenin Köktürk-Uygur kanalından geliyor. VIII. yüzyıl sonlarından günümüze Uygur Türkleri, Uygur yazısıyla daha geniş ve sürekli bir yazı dili meydana getirmiştir. (Uygurcadan birçok belge var.)

Batı Türkçesi Oğuzların dilidir.  XI. yüzyıl başlarında, anayurtları Aral ve Hazar’ın kuzeyinden (bugünkü Kazakistan) koparak güneye açılıp Selçuklu İmparatorluğu’nu kurmuştur.

Batı Türk lehçelerini beşe ayırabiliriz. 1- Anadolu ve Rumeli 2- Azeri 3-Türkmen 4- Gagavuz 5-Kırım Kıyı Lehçeleri. (*1)

Türklerden Müslüman olan Karahanlılar, Uygur yazısının yanında Arap yazısını da kullanmıştır.

Türkçenin Anadolu’da Osmanlı’dan başlayarak günümüze kadar gelen gelişmesini üç ana bölümde inceleyebiliriz.

1-) Eski Osmanlıca: (1250-1450) Selçukluların son zamanlarından Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar.

2-) Orta Osmanlıca: (1450-1840) Dile Arapça ve Farsça gibi dillerden kelimelerin girdiği ve halkın anlayamadığı bir dil dönemi, 390 yıl.

3-) Yeni Osmanlıca: (1840-1910) Tanzimat (1839-96) döneminde yazı dilini sadeleştirme çabaları var.

Türkiye Türkçesinin temelini kuran “Yeni Lisan” akımı, 1911 yılında Selanik’te çıkmaya başlayan, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp gibi aydınların desteklediği  

 “Yeni Kalemler” dergisi etrafında toplanmıştır.

Bir dilin yazı ve kültür dili olarak iki önemli dayanağı vardır: Sözlük ve Dilbilgisi. Dilbilgisi bir dilin sağlıklı gelişmesi için önemlidir. Gramer, Hintli ve Yunanlarda M.Ö. IV-V. yüzyıla dayansa da, bizde Arap gramerciliği kanalıyla çok sonralara dayanıyor. 1908-1928 yılları arasında Batı Dilbilgisi önderliğinde çalışmalar olmuştur. Hüseyin Cahit’in Fransız gramerini ölçü alıp hazırladığı “Türkçe Sarf ve Nahiv” (Türkçe dil ve tümce yapısı) kitabını, önder olarak görebiliriz. Fransız Doğubilimcisi Jean Deny . (*2), Tahsin Banguoğlu, Rus Türkolog A.N. Kononov, M. Antoine Mellet gibi önemli isimleri de anmalıyız.

TÜRK DİLİ, ŞEKİL BİLGİSİ

İşlev olarak “yapım” ve “çekim” ekleri vardır. B-) Yapım ekleri: baş, başlamak. Çekim ekleri: baş, başa, başı, başta, baştan, başın…

 

A-) Yapım ekleri:

1-    İsimden isim ekleri: gece-lik.

2-    İsimden sıfat ekleri: başlı, başsız.

3-    İsimden fiil ekleri: su-sa-mak.

4-    Fiilden isim ekleri: Bil-gin, geç-it.

5-    Fiilden fiil ekleri: döv-ün/dür/üş gibi.

(döv-me-mek: olumsuz; döv-üş-mek: döv-ün-mek: dönüşlü; işteş; döv-dür-mek: ettirgen; döv-ül-mek: edilgen.

B-) Çekim ekleri: ekmek-ler (çoğul), ekmek-te (bulunma durumu), ekmeğim (iyelik)…

NOT: Ön ek yok. Kimileri pekiştirme sıfatlarını bu şekilde değerlendirmiyor. Kelimelerin anlamlarını güçlendirmek için konulan ses toplulukları olarak değerlendiriyor.

 

*1:

LEHÇE: (Diyalek) Bir dilin zaman içinde, söyleyiş, dilbilgisi ve sözlük bakımından ayrışmasıdır. 

AĞIZ: Bölge, çevre meslek ve eğitim farklılıklarından dolayı dilin, kişiden kişiye değişen kullanımı.

ŞİVE: (Aksan) Söyleyiş özellikleridir. Doğu Karadeniz şivesi gibi.

*2: Jean Deny’in “Türk Dil Bilgisi” kitabı Kabalcı’dan çıkmıştır.

 

Yararlanılan Kitaplar:

“Türkçenin Grameri”, Tahsin Banguoğlu, TDK (1998)

“Türkiye Türkçesi Grameri, Şekil Bilgisi” Prof. Zeynep Korkmaz. (TDK)

“Türk Dil Bilgisi”. Jean Deny. (Kabalcı)

“Üniversiteler için Dilbilgisi”, Muharrem Ergin. (Bayrak)

Dilbilgisi”, Tahir Nejat Gencan. (Ayraç)

 “Türkçede fiillerden türetilmiş isimlerin morfolojik ve semantik yönden incelenmesi”, Güler Mungan. (Simurg)

“Türkçe Dilbilgisi Öğretme Kitabı”, Feyza Hepçilingirler.

 

SONSUZ DURAKLAR YOLCULUĞU




‘Sonsuz Duraklar Yolculuğu’ ile ilgili sorular ve yorumlar gelmeye başladı.

İsmi ilginç bulanlar var. Kurgusunu, üslubunu ilk romanımla kıyaslayanlar var.

Kafalardaki ilk soruları yanıtlamak dışında, romanın tanıtımına faydalı olacağını düşündüğüm ilk fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

“Neden ‘Sonsuz Duraklar Yolculuğu’…”

Hikâye ve kurguyla uyumlu bir isim olduğunu düşünüyorum. Bana göre “olumluluk ve bilinmezlik” de çağrıştırıyor. Ana kahramanın iç, yani ruhsal ve dış yolculukları iç içe geçiyor. Kişinin kendini yolculuklarda sorgulaması, ana tema bu. Sonra, ben bir turist rehberiyim; romanda epeyce rehber ve yolculuk var.  

      “Kapak konusunda ne söyleyebilirsin?”

Kapağın dikkat çekmesi, her kitap için önemli oluyor. Kapağın içeriği yansıtması da yazar için önemli.  Aynı zamanda fotoğraf sanatçısı olan arkadaşım Birgül Koç’un siyah beyaz fotoğrafını maviye dönüştürdük. Görüldüğü gibi, bir tramvay durağı ve kahramanın arkası dönük ve yarısı buğulu, baktığı yer de orman. Mavi sonsuzluğu, orman da bolluğu, bereketi temsil ediyor. Arkası dönük yarısı buğulu kahramanı da okuyucu romanda bulsun. 

“Romanın kurgusu…”

270 sayfalık roman üç bölümden oluşuyor. Her bölüm bir fotoğrafla ayrılıyor. Defter 1: Lüksemburg-İstanbul’da, Lüksemburg’un en önemli meydanının fotoğrafı var. Sıfırla başlayıp 18 ile biten bu bölüm 136 sayfa ve en hacimli bölüm. Klasik romana en yakın bölüm burası: Sonsuz Duraklar Yolculuğu’nun ‘Ana Roman’ burasıdır. Buradaki Jane Austen’dan alıntı kitabın bütünü anlamında güzel bir mesaj içeriyor. Defter 2, İstanbul-Bodrum. Ömer Hayyam’dan bir alıntıyla başlıyor. 40 sayfa, “Ara Geçiş”, 2010 Baharında, kısa bir zaman diliminde geçiyor. Novella diyebilirim. Ömer Hayyam’da “ağır” başlıyor, yolculukta hafiften “derin”leşiyor. Bodrum’da “doruk”a tırmanıyor”. Ana kahraman Ali’nin geçirdiği hafif krizle, ana kahramanı Kathy’ye yakınlaştığı bu bölüm, İstanbul’a “hızlı” bir dönüşle bitiyor. İlk bölümden üslup anlamında da “biraz” farklı.  Bu bölümü, ana kahraman Ali’nin hayat filminden 15 dakikalık bir kesit gibi ele almaya çalıştım.

Üç basamaktan oluşan Defter 3 artı 1’de, fotoğraf olarak Lizbon’un en önemli meydanı Özgürlük Meydanı var. Özgürlük de arka planda önemli bir mesaj. 20220’de geçiyor, 10 yıl sonrası, yani günümüz. Kurgu ve üslup bakımından en farklı bölüm burası ve ilk romanım Oynatmak/Kalabalık Yalnızlıklar’a daha yakın bölüm burasıdır diyebilirim. Romanda hep merkezde duran İstanbul’dan bir günlüğüne Roma ve Paris’e gidişte postmodern dokunuşlar var.  Doğu Avrupa’dan Batı’nın son noktası Lizbon’daki konaklamada ana kahramanı geriye çekip, Lizbon’u ön plana çekerek, ana kahramana hafiften “bulutlu” bir görünüm sunmaya çalıştım. Bu bölümde mektuplar, geçişler anlamında da çok önem kazanıyor.

“Mektuplar, Portekiz mektuplarına mı gönderme?…” 

Portekiz mektuplarını sonradan okudum. Mektupları edebiyatta önemli bulan bir yazarım. Nitekim ilk romanımda da az olmasına karşın mektuplar var. Mektuplar, başta kurgu birçok bakımdan anlamlı. Romanda, çoğu son bölümde 10’un üstünde mektup var. Rakamsal bölümlemenin olmadığı son bölüm, “Mektuplar ve Dostlar” ile başlıyor. Mektuplar ana kahramanla, kahramanları arasındaki ilişki bakımından da önemli. Mektupların neredeyse yarısı başkası tarafından yazılmış. Defter 1’deki yeğenin dayıya yazdığı mektup, en kısa mektup olmasına karşın en sevimli ve güçlü olanı. Defter 2, en kısa bölüm olmasına karşın babanın (Yusuf), oğula (Ali) yazdığı mektup, en uzun ve en önemli mektup. Üçüncü bölümdeki mektuplar ve Facebook notları gibi şeyler de günümüzü çağrıştırıyor.

        "‘Ben’ ile yazılması, bazı yerlerde ilk romana yakın durması, kafalarda şu soruyu oluşturuyor: Otobiyografik mi? Oynatmak/Kalabalık Yalnızlıklar’ın bir devamı mı?"

İlk romanım Oynatmak/Kalabalık Yalnızlıklar’la kıyaslayanlara, öncelikle şunu söylüyorum: o, içinde çok ‘olay ve iddia’ taşıdığı için daha otobiyografikti. Başta “12 Eylül Romanları” olmak üzere birçok kategoriye giren bir romandı. Dil, kurgu, üslup olarak çok farklıydı. “Fazla” Postmodern idi. Çok fazla üslup denemesi vardı. Sayfalar ilerledikçe okuru zorlayan bir romandı.

Sonsuz Duraklar Yolculuğu, hem kurgu hem dil olarak daha farklı, daha kolay okunuyor. Hikâye bir aşk üzerine kurgulanmış; kadın erkek ilişkisi, aile sorunları ve ayrılıklar işleniyor. Bu romanda da politika var, ama sanki biraz geri planda.

Ben ile yazmam, dilin her iki romanda bazı yerlerde birbirini çağrıştırması, çevremdeki bazı isimleri kullanmam, roman kahramanıyla yaşadıklarımın bazı yerlerde örtüşmesi… tüm bunlar otobiyografiyi çağrıştırabilir.

Ana kahramanla aramda yaş, köken, fiziksel görüntü ve karakter olarak hiçbir benzerlik yok. Yaşadıklarımız da ortak değil ama ortak bir şey yaşadık, ayrılık-lar. Günümüzde bazı ayrılıklar, şiddeti çağrıştırırken romandaki ana fikir ne?  Yazarken esas olarak buna odaklandım. Burada, beni de bir yazar olarak ilgilendiren ölçütler var.  

Yazarın roman kahramanları kimler ve bunların konumlandırılmaları nasıl? Hikâye nasıl gidiyor, bazı yerlerde vurgu yaptığım üzere “akıcı” mı? Kafalarda sorular oluşuyor mu? Roman kahramanlarıyla okur arasında yakınlaşma başlıyor mu? Okur, kitap bittiğinde ne hissediyor?

Son olarak şunu söyleyebilirim: Okurun, romanı otobiyografik olarak algılaması, beni rahatsız etmez, hatta beni onlara yakınlaştırır.

        "Otobiyografiyi en fazla çağrıştıran bölüm “Defter 3 artı 1” diyebilir miyiz?"

O bölümde “rehber-yazar” kimliği daha belirgin olduğu için böyle algılanmasını anlayabilirim. Romanda rehber çok. Ali, ilk bölümdeki gibi, burada da tura çıkıyor. Bu bölümde rehber olmadığı halde rehberlik yapanlar da daha belirgin. Hedeflerimden biri de, okur romanı bitirdiğinde tekrar geriye dönüş yapıp en azından bazı yerleri tekrar okuyacak mı?  

        "Bu romanında da bazı ölen arkadaşlarını andın. Zenci Mehmet, İbrahim Eren gibi…"

Yazar çevresinden beslendiği gibi, kendinden de beslenebilir. Kitaplarımda sevdiğim insanlara yer vermeyi seviyorum. İlk romanımda bulunan Bülent ve Erdal’ı bu romanımda da işledim. Ölen tanıdıklarıma karşı takındığım bu tavır, vicdani ve/ya politik olabilir. Nitekim Bülent ve Erdal üzerinden ilk romanımda fazlasıyla işlediğim, sorguladığım, hatta saldırdığım Aydınlık hareketine bir gönderme yaptım. Bu da beni ilk romanıma yakınlaştırdı, romanın politik tarafına katkı sağladı.  Benim kitaplarımda zenci hep olmalı. Zenci Mehmet, renginden de dolayı önemliydi. Sonra, Zenci’yi tanıyanlar onu hep severdi. Yazdığım zamanlar kanserle mücadele eden ve kitap çıktığında bu dünyadan dini törensiz göç etmiş olan Mehmet, benim için politik kimliğiyle de önemliydi, tıpkı İbrahim Eren gibi. İbrahim’in ölümü, bu kitabın yaratılış sürecinde beni en derin yaralayan olay idi. Ayasofya’da tur yaparken ölmüştü. Onun ölüm haberini, Oynatmak/Kalabalık Yalnızlıklar’daki en büyük kaybım Ercan’ın ölüm haberini aldığım yerde, Eminönü’nde aldım. Bunu ilahi buldum. Bu iki “kutsal” kişiyle, iki romanım arasında kendimce bir bağlantı kurdum.

Ölümünden bir gün önce gördüğüm İbrahim’in ölümünü, bana alıştırarak veren Alim’le onu romanımda bir turda buluşturup rehberlik mesleğini öne çıkardım. Romandaki önemli kahramanlardan Nisan da bir rehber, hem de İtalyanca rehber. Romanda İtalya’nın özel bir yeri var. İbrahim, böylece kurgusal anlamda hikâyenin gidişinde bir “dağıtım merkezi” oldu.

        "Romanı sınıflandırmak istersen?..."

Ona post-modern dokunuşlu “Modern roman” diyebilirim.

 

29 Mart 2020 Pazar

Sevgili Gazi'yi 28 Mart 2020'de kaybettim. 
Yabancılar İçin Türkçe 1 kitabımın ses ve görüntü çalışmalarında, 
bize Biblioteka'nın kapılarını iki gün, bedelsiz açtın. 
Verdiğin desteği unutmayacağım. 
İyi ki vardın. Güle güle sevgili dostum...

 
Gazi Ünsal  


Ceren Açıkgöz, Bilge Cerah Sunal, Nilüfer Bikiç, Tülay Eroğlu, 
Naci Adıgüzel, Gürkan Ketenci, Alper Ertubey, Mehmet Tetik 
ve çekimi yapan Serkan Dalkılıç